29 Eylül 2015 Salı

Gece gördüğüm karmaşık rüyaların bir anlamı olabilir ama buna kafa yormuyorum. Günaydın Dünya. Merhaba, içimde yeşeren ve kuruyan yeni hisler.

Neye göre iyi, kötü?


Sevmekten korkmayın, şükran duymaktan, teşekkür etmekten ve fedakarlıktan.
Karşılık alamayabilir hatta büyük hayal kırıklıkları yaşayabilirsiniz...
Yanınıza kalacak en büyük kâr "yapabildiğimi yaptım" diyebilmenin iç huzuru olacaktır.
Hata yapmaktan herkes korkar.
Ama yaptığımız hatayla yüzleşmekten korkmak, bizi daha iyi bir insan yapmıyor.
Hata yapmak da daha kötü bir insan yapmadığı gibi.
Bizi kötü yapan, hata yapıp bir köşede kendiliğinden yok olmasını beklemek, kabullenmemek.
Önemli olan ne biliyor musunuz bence?
Yaptıklarımızı kabullenip kötüyse onarmaya iyiyse yeşertmeye çabalamak.
 Başkalarıyla veya tek başımıza. İşte en önemlisi bu.

Dinle.

3 Temmuz 2015 Cuma

Sorsan, söylerdim..

Hep olmuyor mu?
Hani böyle, o bir şey diyor, sen diyorsun.
Demek istemediklerini demiş oluyorsun.
İma ediyorsun, direk söyleyemiyorsun.
Bakmışsın, kırmış, kırılmışsın..
Sonra da düşünüyorsun; "Sorsan, söylerdim"


30 Haziran 2015 Salı

Geldim, buradayım..

İlk bloggerliğimin üzerinden, aylar, yıllar geçmişken.. Ben bir çok değişime ev sahipliği yapmışken.. Hayatın bir yerinde, bu sayfanın bir ucundan yeniden tutmaya geldim..

13 Kasım 2014 Perşembe

Bilenler bilir.

Bilenler bilirler!
Bir kalem, bir defter,
Bir de kulağıma konan melodiler..
Huzurum koşarcasına,
Eteklerime dolanırcasına
Kalemimden sayfalara..
Baharlarım kışlardan kaçarak uzaklaşırcasına..
Bilirler okuyanlar, okurlar yutarcasına!

30 Ekim 2014 Perşembe

Bir fincan çay

Biçimsiz ve kıvrımlı sokakların nereye varacağını kestiremedi. Aynadan arkadaki araçları kontrol edip, bulduğu bir köşede sağa çekti. Aceleci ayaklar tozu dumana kata kata koşturuyordu. Ayakkabılar ağlıyordu. Toprağı katman katman kaplayan asfalt, sıcağın uğultusuyla birleşince cıvık bir mürekkebi andırıyordu. Değdiği pantolon paçalarını boyuyordu. 
Sağa çektiğinde güneş şemsiyelerinin rengi ağarmış bir çay evi kestirdi gözüne. Kaldırımın ucuna iliştirilmiş gibi duran elektrik direğine kilitledi bisikletini. Kaskını koltuğunun altına sıkıştırdı. Az para vermemişti, canından kıymetli değildi tabi ama öyle ulu orta bırakamazdı ya? 
Garson, önlüğüne ellerini sile sile bir yandan da önlüğünün cebindeki kenarı kıvrıla kıvrıla sayfaları birbirinin içine geçmiş adisyon fişinin koçanını çıkarmaya çalışıyordu. Müşterisi masasını seçene kadar saçını başını düzeltti. Koltuğunun altındaki kaskı yanındaki sandalyeye çay ısmarlayacağı arkadaşı gibi özenle oturtan kadın sandalyeye oturur oturmaz gözü garsonu aradı. Hararetini kesecek bir fincan çaya çok ihtiyacı vardı. Sözleşmiş gibi o anda göz göze geldi iki kadın. Belinde garson önlüğü olan kumral kıvırcık saçlı kadının sarı bluzu, kaskıyla iki eski dost gibi oturan siyah kısacık saçlı kadının bluzuyla aynı tondaydı. Göz göze gelince gülümsediler aynı anda. Sadece çay ikramı yapılan ve tek kadın garsonun idare ettiği bir çay evinde iki kadın göz göze geldi ve birbirine gülümsedi. Aynı olayın erkek versiyonunu düşündü bisikletini kaldırımın kenarına park eden kadın. Onlar birbirlerine baktığında ne görüyorlardı acaba? Kendisi şu an karşısındaki kadının yüzük parmaklarını yokluyordu göz ucuyla garson kadın kendisine yaklaşırken. Evde bir çocuğunu mu bırakıp gelmişti yoksa eşiyle birlikte evlerinin kapısını çekip akşama görüşmek üzere diyerek ters yönlere doğru yola mı koyulmuşlardı. Bunu düşünmüştü o an. 
Kıvırcık saçları adeta sessiz bir koro gibi şakıyan kadın narin bir baş hareketiyle 'Hoş geldiniz, ne ikram edelim size? Çayımız tazedir. Günün bonusu tarçınlı kekimiz de var.' dedi. Aslına bakılırsa sadece çay servisi yapılan bir işletmede o gün bir değişiklik yapıp kek yapmışlardı. İkram edebilecekleri başka bir şey de yoktu. Reklam panosunu andıran soğuk buz dolapları ve içinde envai çeşit renkte soğuk boyalı içecekler yoktu burada. Olan tek şey dışarıda 3 içeride 2 tane olmak üzere 5 tane masası ve çok eski olmasına rağmen sapasağlam görünen duvarı kaplayan bir kitaplıktı. 'Fincanda çay' dedi kaskıyla karşılıklı oturan kadın. 'Madem öyle kekinizi de tatmak isterim, bir dilim yeterli' dedi. Dedi ve o an evine misafirliğe gittiği bir arkadaşına garson muamelesi yapıp sipariş veriyormuş gibi hissetti. Kalkıp 'Keki de ben koyayım, tabaklar neredeydi?' diyesi geldi. Ama hayır, empatinin bu kadarı da fazlaydı. Altı üstü öğle molasında şurada 2 dakika çay içip 2 satır okumaya gelmişti. Geri döndüğünde nasılsa gri bir camın arkasına geçip yüzünü asacak ve işini yapmaya koyulacaktı. Pıtı pıtı minik adımlarla tezgaha doğru yönelirken garson kadın, kaskıyla oturan kadın düşündü 'İşimi yaparken ben gülümsemiyorum. Ben de insanlarla uğraşıyorum. Bütün gün çekiyorum onları, istekleri, sorunları. Evraklar telefon çalmaları, bilgisayar ekranı, klavye, kalem, ajanda... Eve git bulaşık çamaşır eş derken gece oluyo. Bu kadın gülümsüyor. ama ben gülümsemiyorum. Gülümsediğimde mutlaka yeni ve iyi bir haber almış olmam gerekiyor.'
- 'Çayınız, işte kekiniz de burada, afiyet olsun' 

Kamburlaşan sırtını dikleştirdi kaskıyla oturan kadın. Sahi neden kaskını sandalyeye öyle o kadar düzgün yerleştirmişti? Pekala kapının girişindeki ceket askısına asabilirdi. Masaya da koyabilirdi. Ne güzeldi. Kask yani. özenle çizilmiş yağlı boya tablosuna benziyordu üzerindeki desenler. Bisiklet de öyleydi. Ne güzel bir tonuydu öyle yeşilin. Yeşilden pek hoşlanmayan garson kadının bile hoşuna gitmişti. Tatlı bir yeşildi. Yeşilin böyle tatlı bir tonu da varmıştı demek ki. Saate baktı, günün yarısını yirmi dakika geçmişti. 'Ne güzel' diye düşündü. Bu saatte bisikletine binip bir kafede mola vermek için vakit ayırmış çalışan bir kadın. Çalıştığını anlamıştı kadının. Çünkü özenli ve hafif ciddi tonlarda bir makyajı vardı. Ve muhtemelen bisiklete bineceği için ofisindeki dolabında bulundurduğu kot pantolonunu giymişti. Üzerindeki bluzla gerçekten imaj farkı vardı çünkü. Fark etti ki bugün kendisi de kaskıyla oturan kadınla aynı renk bluz giymişti. Kadın, çay ikram ederken oturduğu yerde kamburlaşan omzunu hemen dikleştirmişti. Sporcu gibiydi zaten. Kendisi ise bir ayağı çukurda gibi yürüyordu şimdi farketmişti bunu, kendini düzeltti. Birden kaskıyla arkadaş gibi oturan kot pantolonlu bisikletli kadına derin bir saygı duydu. Kadın bir yandan okuyor bir yandan da kurşun kalemle kitabın bazı yerlerinde altını çiziyordu cümlelerin. Sevdi bunu. Kendisi de yapardı bunu çünkü. Kurşun ve uçlarını kalemtraşla açabileceği kalemleri severdi. Ama çok sivrildi mi çekilmez oluyordu kalemler, o yüzden ilk açtıktan sonra biraz karalama yapıyordu. 
Çayı bitmişti. Gözünü kitaptan kaldırdığında o yürüyen gülümseme gibi gördüğü kadının cam demlikle yanında bittiğini gördü. Çayını hemen tazelemişti. Yine göz göze geldiler. Garson kadın sormadan edemedi. 'Kitaplıktan da kitap alabilirsiniz, ödünç sistemimiz de var. Sahi ne okuduğunuzu sorabilir miyim?'. Evet güzel giriş yapmıştı. Güzeldi. 'Ah öyle mi?' dedi kadın. Kaskını alıp masaya koydu. 'Yanıma oturmanız sorun olur mu?' diye sordu. 'Garson kadın kafe sahibinin kasada hesaba daldığını gördü ama kısa bir arada göz işaretiyle izin almıştı. 'Neden olmasın' dedi. 'Ben de kurşun kalemle altını çizerim kelimelerin' dedi Garson kadın. İkisi de aynı anda güldü. Kaskını masasının üstüne koyan kadınla biraz sohbet edebildi Garson kadın. Müşteriler  gelmeye başlamıştı. Öylesine konuştular. Kitaplardan, havanın sıcaklığından, işten eve gidince içine girilen koşuşturmadan. Öğle vakti bitmek üzereydi. Kaskını eline alan kadın izin istedi. Kaplumbağa kabuğu gibi görünen kaskı başına yerleştirdi ve Garson kadınla el sıkıştı. 'Sık sık geleceğim' dedi. 'Elbette' dedi Garson kadın.
İkisi de ayrıldıklarında aynı şeyi düşünüyorlardı. Bir kadının diğer bir kadınla alıp veremediği hiç bir şey yoktu aslında. Sadece erkekler yanlış düşünüyorlardı. Bir de diğer bazı kadınlar ;)

20 Ekim 2014 Pazartesi

Grinin koyu bir tonu gibi yaşadığım kent. Görünmez şeffaf duvarlar yoğunlaştıkça etrafımızda koyu bir gri duvar olduğunu farkediyoruz. 
Ne renge bulasanız bulaştığı renkleri de koyulaştıran, ruhunu gökyüzüne asmış, kaldırım taşları bile renkleriyle caddeleri aydınlatamayan bir kent.
Yollardan süzülen insanların yüzlerinden eriyen hissizlik kaldırım taşlarının arasına sıkışıp asfaltla karışıyor. Kediler bile suratsız bundandır ki.
Topuk tıkırtısını inşaat makinelerinin uğultularıyla takas eden bu kent korna sesleriyle nefes alan herkesi yutuyor.